Tartışma programlarının son popüler konularından olan ''Atatürk diktatör müydü, değil miydi?'' tartışmasını, ''Dahi Diktatör'' kitabının yazarı Prof. Dr. Celal Şengör ile konuştuk...
Meltem YILMAZ - Televizyon kanallarında sık sık rastlıyoruz, ''Atatürk diktatör müydü, değil miydi?'' tartışmalarına. Son zamanların moda tartışma konularından biri haline geldi bu tartışma. Peki, ''Diktatör'' denilince aklınıza ne geliyor? Dünya çapında tanınan bilim insanlarından Jeolog Prof. Dr. Celal Şengör'ün ''Dahi Diktatör'' kitabı bu tartışmaların özüne iniyor. Kitabın kapağında Mustafa Kemal Atatürk'ün gülerek salıncakta sallandığı bir fotoğrafı yer alıyor. ''Dahi Diktatör'' çarpıcı bir başlık. Kitap da bir o kadar çarpıcı. Atatürk'e farklı bir penceren bakıyor, akılcığına vurgu yapıyor ve Atatürk'ün problemleri çözme yöntemleri ve aşamaları üzerinden bir profil ortaya çıkarıyor.
Kitapta diktatör tanımı yapılırken, ''Diktatör''ün Eski Roma'da olağanüstü durumlarda tüm yönetim yetkilerini geçici bir süre için elinde bulunduran senato üyesine verilen ad olduğuna da yer veriliyor. Kitabın ismi hatırlayacağınız üzere bazı tartışmalar yaratmıştı. Şengör, bu ismi eleştirenlerin kitabı okumadan konuştukları için ciddiye alınamayacağını söylüyor. Şengör, ''Türkiye'de diktatör dendiği zaman zorba algısıyla karşılaşıyoruz. Atatürk zorba değildi ama kafasındaki modeli dikta etti. İyi ki de dikta etti'' diyor.
Şengör ile kitabı hakkındaki eleştiriler, diktatör tartışmaları, Atatürk'ün düşünceleri ve metadolojisi, Osmanlı'da kadına bakış, Osmanlıca eğitim, demokrasi sistemi gibi birçok konuda konuştuk...
''Atatürk zorba değildi, ikna yöntemini kullandı''
Kitabın ismi çarpıcı. İsmine yönelik eleştiriler de olmuştu...
Neden? Neyini eleştiriyorlar? Türkiye'de çok cahil bir toplumdan bahsediyoruz. Onların değer yargılarına göre bir şey yazacaksanız hiç yazmayın daha iyi. Bu kitabın maksadı bu topluma bir şeyler öğretebilmek. Adını ''Dahi Diktatör'' olarak koymamızın sebebi Atatürk'ün gerçek bir resmini çizmek. Atatürk, ''Gelin masanın etrafında toplanalım oy verelim'' diyen bir adam değildi. Atatürk'ün kafasında bir çözüm vardı, o çözümü de dikte ediyordu. Ama bunu dikte ederken belirli yöntemler kullanıyor, karşısındakini nasıl ikna edeceğine bakıyordu. Karşısında iki grup insan vardı, bir grup Atatürk'e inanmış bir grup. ''Bu adam hakikaten büyük bir adam. Dediğini yapabilir. O halde her dediğini yapalım'' diyor. Bir de Atatürk'ü sevmeyen grup var. Onlar da diyorlar ki, ''Bu adamın üstüne bütün sorumluluğu yıkalım. Başarısız olsun sonra da asalım.'' Bunlar sukut-u hayale uğruyorlar. Atatürk her yaptığında başarılı oluyor.
Diktatör denilince ne anlaşılmalı?
Türkiye'de diktatör dendiği zaman zorba algısıyla karşılaşıyoruz. Atatürk zorba değildi ama kafasındaki modeli dikta etti. İyi ki de dikta etti. Burada problemler var. Bu problemleri çözebilecek fikirler var, çözemeyecek fikirler var. Atatürk problemi çözme niyetinde. Atatürk'ün karşısına daha ciddi bir argümanla çıkabilen yoktu. Atatürk'ün arkadaşı Rauf Orbay'ın saltanatın kaldırılmasına bulabildiği tek argüman şuydu: Vallahi ben karşıyım çünkü padişahın ekmeğini yedim. Aptalca bir laf yani. Atatürk'ün karşısında tartışabileceği biri yoktu. Ne yapsın?
''İlker Başbuğ, kitabın ismini değiştirmemi istedi''
Atatürk hakkındaki diktatör tartışmaları, tartışma programlarının moda konularından. Siz bu tartışmalar için ne düşünüyorsunuz?
Bu tartışmalara gülerek bakıyorum. Bir hukukçu var, Kocasakal mı Kabasakal mı, kitabı okumadan konuşmuş. Bir de terbiyesiz. Bana diyor ki ''Papyonlu deprem profesörü.'' Bu mahalle ağzıdır. Bu adam ciddiye alınamaz. Okumadığı bir şeyde fikir beyan ediyor. Buna benzer bir sürü şey gördüm, okudum. Bunlar arasında benim ciddiye aldıklarımdan biri İlker Başbuğ. Açık açık ''Ben bunu okumadım. Ama başlığı beni rahatsız etti. Ne olur şu başlığı değiştir'' dedi. ''Niye komutanım? Emrederseniz değiştireyim ama kitap artık çıktı. Değiştirmek de mümkün değil. Sizi niye rahatsız etti?'' dedim. ''Ee böyle değildi Atatürk'' dedi, böyleydi dedim. Kafamızda belirli dogmalar var. Sloganlarda sıyrılıp işin temeline inmemz lazım. Bu adam neyin nesi? Yönlendiren düşünceleri neydi? Bunlar hiç tartışılmadı. Atatürk bir problem tayin etmiş, kafasında bir çözüm var. Bu probleme bir genel çözüm bulmuş. Çözüme giderken de uyguladığı etaplar var. Bu çözümlerin hepsi başarılı olmuyor. Bu etapların bazılarından vazgeçiyor. Yeni ara çözümler buluyor. Nihai çözüm Osmanlı devletinden kurtulmak ve herkesin batı medeniyeti diye bildiği dünyadaki tek medeniyetin üyesi olmak istiyor. Benim açımdan da son derece haklı.
Kitabınızda ''Atatürk fanustan çıkmadı'' demişsiniz...
Güllük gülistanlık bir ülkede Atatürk çıkmaz. Feci bir durumdasınız. Herkes diyor ki: bir şeyler yapılmalı. Ee bunu babam da biliyor. Ne yapılacağını söyle, yap. Bunu yapabilecek tek kişi çıktı o da Atatürk. Atatürk başarılılarını sadece düşmanlarına karşı kazanmıyor. Yanındakilere karşı kazanıyor. Etrafındakiler hiçbir şey anlamıyor Atatürk'ün yaptıklarından. Yunanlılar, İngilizler, toplumdaki cehalet... Atatürk bütün bunlara karşı savaş veriyor. Önce yanındakilere kabul ettirecek sonra karşısındakini yenecek. Her adımda da yanındakiler onu geri çekiyor. Kendisi de söylüyor zaten, ''Benim yanımdakiler kafalarının yettiği yere kadar benimle geldiler sonra karşımda yer aldılar'' diyor.
Kitapta Atatürk'ün kadına bakışına da yer verilmiş. ''Osmanlı'da kadına hayvan muamelesi yapılıyordu'' ifadesini kullanmışsınız. Bu ifadeyi açar mısınız?
Evet hayvan muamelesi yapılıyordu. Giyim kuşam, sokağa çıkma hürriyeti, erkekle olan ilişkileri... Atatürk ''Böyle bir toplum olamaz'' diyor. Kadın bir toplumda çok önemlidir. Çocuğun annesidir. Kadının çok iyi tahsil görmesi, dünyadan haberdar olması lazım ki toplum sağlıklı olsun. Nüfusun yarısı kullanmamak gibi bir saçmalık olabilir mi? Kadınları evcil hayvan gibi evde kapalı tutalım. Olur mu böyle şey? Atatürk de ''Olmaz'' diyor.
“Osmanlıca eğitimi aptallık, bu teklifler zır cahillerden geliyor”
Kitapta dil devirimi ve Osmanlıca'ya ilişkin bir bölüm de var. Siz Osmanlıca eğitimi tartışmaları için ne düşünüyorsunuz?
Aptallık diyorum. Zaten Osmanlıca diye bir dil yok. Osmanlı'nın kullandığı Türkçe var. Osmanlı tarihçisi olacaksanız sadece Osmanlıca değil Sırpça, Bulgarca, Fransızca, Rusça, Almanca, Fransızca bileceksiniz. Bunların hepsini bilen bir adam var mı? Var, bizim İlber. İlber Oltaylı gibi olsunlar sıkıyorsa. Tarihçiysen belgeleri okumak için öğrenmen lazım, hukuçuysan belki bir yere kadar öğrenmen lazım tapu kayıtlarına bakmak için. Ama bunun dışında ne gerek var? Peki Hititçe niye öğrenmiyoruz? Onlar da ecdadımız bizim. Aynı yerlerde yaşıyoruz adamlarla. İşimiz böyle lüzumsuz şeyler öğrenmek mi? Ayrıca Osmanlı'nın yazdığı ''Aman efendim mutlaka okuyalım'' denecek eser yok. Osmanlı'dan neyi öğreneceğiz? Dünyadan habersiz, kendi tarihini bile yazamamış...
''Çocuklarımı ecdadımızın mezar taşlarını okuyamıyor'' denilmişti. Bu ifade için ne diyorsunuz?
Herhalde mezar taşı okumaktan daha ciddi işleri vardır çocuklarımızın. (gülüyor) Söyleyen adamlara bak. Zır cahillerden geliyor bu teklifler. Afganistan düzeyinde bir toplumda yaşıyoruz. Politikacılarımızın halini görüyor musunuz? İnsan dehşete düşüyor her televizyonu açtığında. Bu kadar cehalet nasıl olur? ''10 kişi birden karar alırsa daha iyidir'', hayır efendim değildir. Decartes, ''1 kişinin aldığı karar 3 kişinin aldığı karardan her zaman daha iyidir. Çünkü üç kişi karar alamaz'' diyor. Bir kişi karar alır yanlış bile olsa o karar dan çabucak dönebilirsin. Dolayısıyla sürat kazanırır. Öteki türlü mekanizma işlemez.
Bu durumda demokrasinin her zaman iyi bir yönetim olmadığını düşünüyor olmalısınız?
Demokrasi dediğimiz sistemde toplum kendine benzeyeni seçiyor. Toplum cahil olursa seçtiği kendisinden iyi olmuyor. ''Her şey demokratik olursa daha iyidir'' diye bir şey yok. Demokrasi en iyi yönetim tarzı değildir. Yerine göre, zamana göre, toplumun problemlerine göre... Bazen diktatörlük en iyi yönetimdir. Romalı bile bunu fark etmiş. ''Kriz zamanında diyor ki bir adamı seçeceğiz o diktatörlük yapacak'' demiş. Her zaman her yerde geçerli çözümler yoktur. Türkiye'de sağcılar var, solcular var. Bunlar elllerinde reçeteyle hasta arıyorlar. Doktorsan önce hastalığı teşhis eder sonra reçeteyi yazarsın. Elinde başkasının yazdığı reçeteyle dolaşamazsın. Atatürk'ün büyük farkı kendi reçetesini kendi yazmak.
8 Şubat 2015 Pazar
- Sitede Yorumla
- Facebook Hesabınla Yorumla
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder