Sosyal devlet ilkesinin geçerli olmadığı, zayıfın ezildiği ve hor görüldüğü toplumsal düzenlerde yönetenlerin karakter yapıları da söz konusu toplumsal düzenin işleyişi yönündedir. Bu tür toplumlarda yönetenler, yönetilenlere güdülecek sürü gözüyle bakarlar. Böyle toplumlarda sağlıklı ve çağdaş bir demokratik toplumsal düzenden söz etmek olanaksızdır.
AYŞE ATALAY- Vicdan ve onur kavramları üzerinde düşünmeden önce ilerlemeden ne anladığımıza bakmak gerek. İlerleme son model arabalara binmek, duble otoyollar, köprüler, gökdelenler inşa etmek midir? Yoksa kitleleri sadece tüketime hem de olabildiğince çok tüketime teşvik eden ışıltılı AVM'lerde aylak aylak dolaşmak mıdır? Yoksa bunların dışında bir toplumda kişi başına düşen gelir, o toplumun eğitim düzeyi, kişi başına düşen kitap sayısı, gazete trajları, istihdam olanaklarının çokluğu ve çeşitliliği midir?
Hangi ilerleme?
1950’den bu yana topluma benimsetilmeye çalışılan ilerleme kavramı, adeta salt teknoloji kavramına indirgendi. Çağdaşlık ve modernleşme şerit şerit uzanan duble yollarla, otoyollarla, pıtrak gibi çoğalan AVM'lerle bu topluma benimsetilmeye çalışıldı. Bunun da ilerleme olduğu görüşü yaygınlaştırılmak istendi ve bu ne yazık ki başarıldı. Oysa acaba kullanılan teknolojiyi kendimiz mi üretiyorduk? Belki son model uçaklarda seyahat ediyorduk ama motoru ABD malıydı. Son model cep telefonumuz ise Japon malı. Bindiğimiz araba ya Fransız ya Alman ya da montaj ürünüydü. Böylece toplum olarak ilerlediğimizi, geliştiğimizi sanıyorduk. Oysa madem bu kadar ileri ve moderndik de bazı konularda yapılan uluslararası karşılaştırmalarda niçin alt sıralarda yer alıyorduk? Örneğin OECD tarafından 1997 yılında geliştirilen ve kısa adı PISA olan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’ndaki yerimiz neden en alt sıralardaydı? Japonya’da toplumun yüzde 14’ü, Amerika’da yüzde 12’si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21’i düzenli kitap okurken Türkiye’de yalnız 10 bin kişiden 1 kişi düzenli kitap okuyordu. Nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken, 77 milyon nüfuslu Türkiye’de bu rakam 2-3 bin civarında kalıyordu.
İdeal topluma ulaşmak için
Elbette örnekleri çoğaltmak olanaklı. O halde ilerleme sadece otoyolların, köprülerin, AVM'lerin çokluğuyla ve heybetli oluşlarıyla eş değer değildir. İlerleme kavramı 17. ve 18. yüzyıllarda Batı ülkelerinde bilimsel ve felsefi birtakım gelişmelerin ve yüzyıllar süren bir birikimin sonucudur. Bunda Aydınlanma düşüncesinin insan aklına verdiği önem yadsınamaz. Bilimsel anlamda tıp, teknoloji, astronomi, fizik, kimya vb. gibi uygulamalı alanlardaki ilerlemelere koşut olarak toplumsal anlamda 1789 Fransız İhtilali, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ideal toplum düzenine ulaşmak için hangi değerlerin toplumsal olarak benimsenmesi gerektiğini evrensel düzeyde ilan ediyordu. Böylece gelişmiş toplumlarda ilerleme kavramı sadece maddi düzlemde ele alınmıyor, manevi düzlemde de inceleniyordu. Bunun sonucunda görüldüğü gibi ilerleme kavramı da sosyolojik anlamda bir toplumun olguları ne şekilde, hangi değerlerden yola çıkarak anlamlandırdığı, eylemlerine ne gibi değerler yüklediği sorularıyla iç içedir.
Mutluluğu arama hakkı1776 tarihli “Virginia Haklar Bildirisi”nde belirtildiği gibi her insan yaşamak, özgürlük ve mutluluğu aramak hakkına sahiptir. Ancak insan sosyal bir varlık olduğundan bazen başkaları onun cehennemi olabilir. Toplum içinde bir insan bir başkası tarafından sömürülebilir, şiddete uğrayabilir, istismar edilebilir. Böyle toplumlarda yani sosyal devlet ilkesinin geçerli olmadığı, adeta orman kanunlarının hüküm sürdüğü, zayıfın ezildiği ve hor görüldüğü toplumsal düzenlerde yönetenlerin karakter yapıları da söz konusu toplumsal düzenin işleyişi yönündedir. Bu tür toplumlarda yönetenler, yönetilenlere tabir caizse güdülecek sürü gözüyle bakarlar. Böyle toplumlarda ise sağlıklı ve çağdaş bir demokratik toplumsal düzenden söz etmek olanaksızdır. Her şey yönetici kastın iki dudağı arasındadır. Hukuk, adalet gibi kavramlar kişiselleştirilir. Toplumun her alanında keyfi davranış egemendir. Değerler karmaşası yaşanır. En çok sesi duyulan en güçlülerdir. Büyük balık küçük balığı yutar.
Sadaka kültürüOysa bireyin temel ihtiyaçlarının (barınma, sağlıklı beslenmeden tutun, parasız eğitim hakkı, çalışma hakkı, parasız sağlık hizmeti, basın ve ifade özgürlüğü, sendika kurma ve grev hakkına kadar) devlet tarafından güvence altına alındığı sosyal devlet düzeninde özgür ve bağımsız bir yurttaşlık temelinde sağlıklı bir demokratik rejim oluşturulabilir. Böyle bir sosyal güvenceden yoksun toplumlarda ise yönetenler yönetilenlere adeta dilenciymişlercesine sadakalar dağıtırlar. Bu durum ise en başta insanlık onuruna aykırıdır.
Onur eşittliği de içerir
Onur, özsaygıdır. İnsanın kendisine ve toplumsal bir varlık olduğuna göre de başkalarına duyması gereken saygıyı ifade eder. Bu bakımdan insana belli bir sorumluluk yükler. İnsana onur kazandıran ise insanın diğer canlılar arasındaki özel yeridir. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 1. maddesinde “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler” denilerek, insanların akıl, vicdan onurlarına göndermede bulunulur. Bu bakımdan onur kavramı insanlar arasında her bakımdan eşitliği de içerir. Bir toplumda bireylerin onurlarından ödün vermeden, temel insani gereksinimlerini nasıl karşılayacaklarını düşünmeden, kısacası insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sürmeleri ise toplumda sosyo- ekonomik ve kültürel eşitsizliklerin en aza indirilmesiyle, sosyal devlet ilkesinin devlet politikası haline gelmesiyle olanaklı kılınır. Aksi durumda ise topluma sadaka kültürü egemen olur.
Efendi-köle ilişkisi
İnsanlar yaşamak için barınma, beslenme gibi en temel gereksinimlerini karşılamada bile başkalarının yardımına muhtaç kalıyorsa, o toplumda özgür yurttaş- devlet ilişkisinden çok efendi- köle ilişkisine benzer insan ilişkileri egemen olur.Böylelikle yurttaşlıktan köleliğe indirgenmiş insan, yaşamını sürdürmek için efendisine bağımlı hale gelir. Efendi- köle ilişkilerinin niteliği ise vicdanda somutlaşır. Artık kölenin belki de yaşamı bile efendisinin vicdanına kalmıştır. Tıpkı Sanayi Devrimi sırasında kadın ve küçük çocukların günde 18 saat bir kase çorbaya acımasız koşullarda, sefillik içinde çalıştırılmaları gibi.
Vicdan meselesi
Vicdan ise kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç olarak tanımlanıyor. Vicdan, bireysel anlamda içimizde kurduğumuz bir mahkemedir. Yapıp ettiklerimizin ne derece doğru, insancıl olup olmadığına kendimizin karar vermesidir. Toplumsal anlamda ise hukuk kuralları, genel olarak da toplumda adalet duygusudur. Bireysel ve toplumsal anlamda kendi kendisiyle yüzleşmeyi gerektirir. Bundan ötürü o toplumda gerek bireysel anlamda gerekse toplumsal olarak eleştirel düşüncenin gelişmesine de katkıda bulunur. Diyelim ki çok sinirli bir anınızda sudan bir nedenden -örneğin yemeğini yemediği için- çocuğunuza bir tokat attınız. Bu davranışınızın yanlış olduğunu size söyleyen iç sesiniz yani vicdanınızdır. Bu bakımdan kendinizi eleştirmeye başlarsınız. Böylece vicdanlı bireylerden oluşan toplumlar, eleştiriye de açık, özgür toplumlar olurlar.
Demokrasinin olmazı
İnsanların vicdan ve onurlarını koruyan toplumsal düzen, demokratik ve sosyal devlet düzenidir. Bu bakımdan vicdan ve onur kavramları yöneten- yönetilen ilişkisinde de belirleyicidir. Bundan ötürü yönetim erki yani yürütmenin anayasal düzende kalmak koşuluyla sınırlandırılması yoluna gidilmiştir. Güçler ayrılığı bu bakımdan demokratik toplumlarda en birinci gelen koşul olmalıdır. Güçler ayrılığı yönetme erkini elinde bulunduranların, yönetilenlere yönelik insanlık onuruna aykırı eylemlerine engel olmak için mevcuttur ve demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur. Yöneticilerinin keyfi eylemlerine sahne olmayan toplumlar, hukuk devletinin yani evrensel hukuk kurallarının yürürlükte olduğu toplumlardır. Bu bakımdan ancak bir hukuk devletinde vicdan ve insanlık onurundan söz edilebilir.
Kaosa doğru
Aksi durumda ise yönetilenlerin yani halkın yönetenlerin gelişigüzel davranışlarıyla karşı karşıya kaldığı, hukukun, adalet duygusunun ve sosyal devlet ilkesinin yerle bir edildiği kaos ortamı doğar. Böyle bir toplum ise kavramların içinin boşaltıldığı, kavram kargaşasının hüküm sürdüğü, çağına ve insanlığın şimdiye kadarki kazanımları olan evrensel değerlere sırtını dönmüş geri ve hatta ilkel bir toplum demektir.
Bu bakımdan çağdaş yönetimler, halkını yönetenlerin bireysel vicdani ölçütlerine muhtaç bırakmayan yönetimlerdir.
Hangi ilerleme?
1950’den bu yana topluma benimsetilmeye çalışılan ilerleme kavramı, adeta salt teknoloji kavramına indirgendi. Çağdaşlık ve modernleşme şerit şerit uzanan duble yollarla, otoyollarla, pıtrak gibi çoğalan AVM'lerle bu topluma benimsetilmeye çalışıldı. Bunun da ilerleme olduğu görüşü yaygınlaştırılmak istendi ve bu ne yazık ki başarıldı. Oysa acaba kullanılan teknolojiyi kendimiz mi üretiyorduk? Belki son model uçaklarda seyahat ediyorduk ama motoru ABD malıydı. Son model cep telefonumuz ise Japon malı. Bindiğimiz araba ya Fransız ya Alman ya da montaj ürünüydü. Böylece toplum olarak ilerlediğimizi, geliştiğimizi sanıyorduk. Oysa madem bu kadar ileri ve moderndik de bazı konularda yapılan uluslararası karşılaştırmalarda niçin alt sıralarda yer alıyorduk? Örneğin OECD tarafından 1997 yılında geliştirilen ve kısa adı PISA olan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’ndaki yerimiz neden en alt sıralardaydı? Japonya’da toplumun yüzde 14’ü, Amerika’da yüzde 12’si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21’i düzenli kitap okurken Türkiye’de yalnız 10 bin kişiden 1 kişi düzenli kitap okuyordu. Nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken, 77 milyon nüfuslu Türkiye’de bu rakam 2-3 bin civarında kalıyordu.
İdeal topluma ulaşmak için
Elbette örnekleri çoğaltmak olanaklı. O halde ilerleme sadece otoyolların, köprülerin, AVM'lerin çokluğuyla ve heybetli oluşlarıyla eş değer değildir. İlerleme kavramı 17. ve 18. yüzyıllarda Batı ülkelerinde bilimsel ve felsefi birtakım gelişmelerin ve yüzyıllar süren bir birikimin sonucudur. Bunda Aydınlanma düşüncesinin insan aklına verdiği önem yadsınamaz. Bilimsel anlamda tıp, teknoloji, astronomi, fizik, kimya vb. gibi uygulamalı alanlardaki ilerlemelere koşut olarak toplumsal anlamda 1789 Fransız İhtilali, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ideal toplum düzenine ulaşmak için hangi değerlerin toplumsal olarak benimsenmesi gerektiğini evrensel düzeyde ilan ediyordu. Böylece gelişmiş toplumlarda ilerleme kavramı sadece maddi düzlemde ele alınmıyor, manevi düzlemde de inceleniyordu. Bunun sonucunda görüldüğü gibi ilerleme kavramı da sosyolojik anlamda bir toplumun olguları ne şekilde, hangi değerlerden yola çıkarak anlamlandırdığı, eylemlerine ne gibi değerler yüklediği sorularıyla iç içedir.
Mutluluğu arama hakkı1776 tarihli “Virginia Haklar Bildirisi”nde belirtildiği gibi her insan yaşamak, özgürlük ve mutluluğu aramak hakkına sahiptir. Ancak insan sosyal bir varlık olduğundan bazen başkaları onun cehennemi olabilir. Toplum içinde bir insan bir başkası tarafından sömürülebilir, şiddete uğrayabilir, istismar edilebilir. Böyle toplumlarda yani sosyal devlet ilkesinin geçerli olmadığı, adeta orman kanunlarının hüküm sürdüğü, zayıfın ezildiği ve hor görüldüğü toplumsal düzenlerde yönetenlerin karakter yapıları da söz konusu toplumsal düzenin işleyişi yönündedir. Bu tür toplumlarda yönetenler, yönetilenlere tabir caizse güdülecek sürü gözüyle bakarlar. Böyle toplumlarda ise sağlıklı ve çağdaş bir demokratik toplumsal düzenden söz etmek olanaksızdır. Her şey yönetici kastın iki dudağı arasındadır. Hukuk, adalet gibi kavramlar kişiselleştirilir. Toplumun her alanında keyfi davranış egemendir. Değerler karmaşası yaşanır. En çok sesi duyulan en güçlülerdir. Büyük balık küçük balığı yutar.
Sadaka kültürüOysa bireyin temel ihtiyaçlarının (barınma, sağlıklı beslenmeden tutun, parasız eğitim hakkı, çalışma hakkı, parasız sağlık hizmeti, basın ve ifade özgürlüğü, sendika kurma ve grev hakkına kadar) devlet tarafından güvence altına alındığı sosyal devlet düzeninde özgür ve bağımsız bir yurttaşlık temelinde sağlıklı bir demokratik rejim oluşturulabilir. Böyle bir sosyal güvenceden yoksun toplumlarda ise yönetenler yönetilenlere adeta dilenciymişlercesine sadakalar dağıtırlar. Bu durum ise en başta insanlık onuruna aykırıdır.
Onur eşittliği de içerir
Onur, özsaygıdır. İnsanın kendisine ve toplumsal bir varlık olduğuna göre de başkalarına duyması gereken saygıyı ifade eder. Bu bakımdan insana belli bir sorumluluk yükler. İnsana onur kazandıran ise insanın diğer canlılar arasındaki özel yeridir. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 1. maddesinde “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler” denilerek, insanların akıl, vicdan onurlarına göndermede bulunulur. Bu bakımdan onur kavramı insanlar arasında her bakımdan eşitliği de içerir. Bir toplumda bireylerin onurlarından ödün vermeden, temel insani gereksinimlerini nasıl karşılayacaklarını düşünmeden, kısacası insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sürmeleri ise toplumda sosyo- ekonomik ve kültürel eşitsizliklerin en aza indirilmesiyle, sosyal devlet ilkesinin devlet politikası haline gelmesiyle olanaklı kılınır. Aksi durumda ise topluma sadaka kültürü egemen olur.
Efendi-köle ilişkisi
İnsanlar yaşamak için barınma, beslenme gibi en temel gereksinimlerini karşılamada bile başkalarının yardımına muhtaç kalıyorsa, o toplumda özgür yurttaş- devlet ilişkisinden çok efendi- köle ilişkisine benzer insan ilişkileri egemen olur.Böylelikle yurttaşlıktan köleliğe indirgenmiş insan, yaşamını sürdürmek için efendisine bağımlı hale gelir. Efendi- köle ilişkilerinin niteliği ise vicdanda somutlaşır. Artık kölenin belki de yaşamı bile efendisinin vicdanına kalmıştır. Tıpkı Sanayi Devrimi sırasında kadın ve küçük çocukların günde 18 saat bir kase çorbaya acımasız koşullarda, sefillik içinde çalıştırılmaları gibi.
Vicdan meselesi
Vicdan ise kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç olarak tanımlanıyor. Vicdan, bireysel anlamda içimizde kurduğumuz bir mahkemedir. Yapıp ettiklerimizin ne derece doğru, insancıl olup olmadığına kendimizin karar vermesidir. Toplumsal anlamda ise hukuk kuralları, genel olarak da toplumda adalet duygusudur. Bireysel ve toplumsal anlamda kendi kendisiyle yüzleşmeyi gerektirir. Bundan ötürü o toplumda gerek bireysel anlamda gerekse toplumsal olarak eleştirel düşüncenin gelişmesine de katkıda bulunur. Diyelim ki çok sinirli bir anınızda sudan bir nedenden -örneğin yemeğini yemediği için- çocuğunuza bir tokat attınız. Bu davranışınızın yanlış olduğunu size söyleyen iç sesiniz yani vicdanınızdır. Bu bakımdan kendinizi eleştirmeye başlarsınız. Böylece vicdanlı bireylerden oluşan toplumlar, eleştiriye de açık, özgür toplumlar olurlar.
Demokrasinin olmazı
İnsanların vicdan ve onurlarını koruyan toplumsal düzen, demokratik ve sosyal devlet düzenidir. Bu bakımdan vicdan ve onur kavramları yöneten- yönetilen ilişkisinde de belirleyicidir. Bundan ötürü yönetim erki yani yürütmenin anayasal düzende kalmak koşuluyla sınırlandırılması yoluna gidilmiştir. Güçler ayrılığı bu bakımdan demokratik toplumlarda en birinci gelen koşul olmalıdır. Güçler ayrılığı yönetme erkini elinde bulunduranların, yönetilenlere yönelik insanlık onuruna aykırı eylemlerine engel olmak için mevcuttur ve demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur. Yöneticilerinin keyfi eylemlerine sahne olmayan toplumlar, hukuk devletinin yani evrensel hukuk kurallarının yürürlükte olduğu toplumlardır. Bu bakımdan ancak bir hukuk devletinde vicdan ve insanlık onurundan söz edilebilir.
Kaosa doğru
Aksi durumda ise yönetilenlerin yani halkın yönetenlerin gelişigüzel davranışlarıyla karşı karşıya kaldığı, hukukun, adalet duygusunun ve sosyal devlet ilkesinin yerle bir edildiği kaos ortamı doğar. Böyle bir toplum ise kavramların içinin boşaltıldığı, kavram kargaşasının hüküm sürdüğü, çağına ve insanlığın şimdiye kadarki kazanımları olan evrensel değerlere sırtını dönmüş geri ve hatta ilkel bir toplum demektir.
Bu bakımdan çağdaş yönetimler, halkını yönetenlerin bireysel vicdani ölçütlerine muhtaç bırakmayan yönetimlerdir.
0 yorum:
Yorum Gönder